Dağ nice yüksek olsa da...

Prof.Dr. Tülay ÖZÜERMAN

Üniversite Kurultayları'nın 8.'si bu yıl EGÖDER (Ege Üniversitesi Öğretim Üyeleri Derneği) tarafından Prof. Dr. Alpaslan Işıklı anısına İzmir'de düzenlendi. Üniversite yönetiminin kararı ile zorunlu yer değişimi sıkıntısına karşın, başarılı bir organizasyondu. Konuşmacıların ve katılımcıların akademi kökenli olduğu toplantıda davetli gazeteci; katılımcıların yaş ortalamasının yüksekliğinden, öğrencilerin ilgisizliğinden salondakileri sorumlu tutan şikayetçi söylemi ve yurt dışında üniversitelerin öğrencilere ders çalıştırıp, Türkiye'de çalıştıramıyor olmasından yakınması; bunları dile getirirken, orada bulunanlara adeta "neden buradasınız?" dercesine, gençlerin salonda çoğunluğu oluşturmayışından sorumlu tutar gibi konuşmasının yarattığı gerginlik, kendisi ayrıldıktan sonra aşılınca; bu suçlamalar üzerinde de konuşma olanağı doğmuş oldu.

"Medyanın gücü"nün diğer güçlerden öne geçtiği günümüz süreci üzerinde düşüneceğimiz bir söyleşiyi dinlemiş olduk. Sıkça karşılaştığımız örneklerden çıkardığımız sonuç; medya itiraz kabul etmez; gözlemler, yargılar, nasıl olması gerektiğini anlatır.... Avukat, savcı, yargıç ve de eğitmen işlevini de üstlenen bir medya anlayışımız var artık. Konuşmacının ilginç önerileri de vardı; üniversitede yıllarca emek vermiş beyinlerin yaşı nedeniyle ayrılıp yerlerini gençlere bırakarak istihdam yaratması önerisinin yanında, kurultayda dillendirilen eleştirilerden şikayeti dikkat çekiciydi.

Düşüncenin, aklın, bilimin kısaca üniversitenin özgür olmasının gereklilik değil, zorunluluk olduğunu anlatan bir toplantıda eleştirel aklın eleştirilmesi gibi bir tezat çıktı ortaya. Tüm bu saptamalardan sonra gazeteci gözü ile üniversitelerin bilimde nal topladığını, gelecek tasarımının olmadığını, bilim insanlarının siyasette başarılı olamadıklarını vs... pek çok eleştiri getiren bir söylence ile karşı karşıya kalınca, üniversite ve bilim insanları eleştirilebilir, ancak onlar eleştiri yapamazlar gibi bir sonuç çıkmış oldu. Başka bir eleştirisi; bilime yön veren kurumlardan kimsenin yokluğu idi.

Evet, kimse yoktu. Türkiye yurttaşların ve kurumların beklentileri üzerine yönetilen ve taleplerin karşılanma çabasının öne çıktığı bir siyasal iklimde değilken, eğitime yön verenlerin yapacağı konuşma, fiili uygulamaların tanıtımından öteye gidebilir mi? Üniversiteler topluma biçim mi veriyor, yoksa üniversitelere verilen biçim ile toplum yeniden mi biçimleniyor? Bunu tarafsız tartışacak bir yön vericisi kaldı mı ülkenin? Eğitime yön verenler, diyaloğa kapalı siyasetin istikametinin dışında bakabilirler mi eğitim kurumlarına? Daha pek çok soru kaldırır bu konu...

Birinci güne bu çelişkili ve suçlayıcı ifadelerin damga vurmuş olması, ikinci güne bir sakinlik ve daha düşünsel bir hava getirmişti. Yüksek tansiyonlu tartışmalar yerine, sorunlar karşısında neler yapılabileceği konusunda akılcı önerilerle tam da bilim insanlarına yakışır içerikle son buldu kurultay.

Üniversite gerçeğine Türkiye gerçeğinden bağımsız bakabilir miyiz? Sonuçların dayatılıp nedenlerin unutturulduğu, öğretim üyesi ve öğrenci ayırt etmeksizin, tüm bileşenler için belli kalıp ve sınırların olduğu gerçeğini atlayıp, ABD ve Avrupa üniversitelerinin eğitimi ile kıyas ederek eleştirilmek hiç insaflı olmaz. Oradaki özgürlüklerin bizde niçin var olmadığı ve öğrencilerin daha iyi yetişmelerinin ekonomik ve kültürel boyutunu görmezden gelemeyiz. Kaldı ki Türkiye'de Anayasa dahil, rejimin temel niteliğinin dönüştürüldüğü bir ortamda üniversitelerin kurumsal geleneklerinin alt üst edilmesi durumu öne çıkmakta. İşte tam da bu noktada asıl sorgulanması gereken, bunca birikimi ile üniversitelerin suskun kalmalarının nedenleridir. Kurultayda bu konu ağırlıklı olarak ele alınırken; öneri üzerine her yıl "Direnen Bilim İnsanı Ödülü" verilmesi kararlaştırıldı. Ve ilk ödülün halen cezaevinde olan Prof. Dr. Rennan Pekünlü hocaya verilmesi, tüm katılımcıların alkışlarıyla kabul gördü. Tamamına "http://universitekurultayi2015.blogspot.com.tr/" adresinden ulaşabileceğiniz, sonuç bildirgesinde yer alan görüşlerin ana başlıklarını paylaşıyorum:

Toplumu aydınlatma ve topluma yön verme işlevi, üniversitelerin asli görevidir. Üniversiteler ve akademisyenler olarak, susturulmuşluğu ve sindirilmişliği kabul etmiyoruz.

Laiklik, aklı ve evrensel değerleri önceleyen çağdaş eğitim ve özgür bilimin, olmazsa olmaz ana koşuludur.

Üniversitelerde nitelik, niceliğin önünde olmalıdır.

Çağdaş bir yüksek öğretim modelinden söz edebilmek için akademik, mali ve yönetsel açıdan tam bir özerklik gerekir.

Üniversite Sanayi işbirliğinde piyasanın değil, toplumun çıkar ve ihtiyaçları temel amaç olmalıdır.

Evrimi dışlayan bir eğitim sistemi bilimsel olmaktan uzaktır.

Üniversitelere girişte para değil, başarı ölçüt olmalıdır.

Üniversitelerde baskı ve şiddet değil, özgür düşünce, özgür bilim ve sağduyu egemen olmalıdır.

Bilim ve sanat toplumsal kültürün oluşmasında birbirinden ayrılmaz iki evrensel değerdir.

Üniversite rektörlük seçimlerinde öğretim üyesi iradesi tanınmalıdır.

Tüm kurumların üzerinde oluşturulan baskının giderek arttığı bir süreçten geçerken, üniversitelerin bu baskının uygulandığı değil, sorgulandığı ve özgürlüklerin yolunu açan kurumlar olması gerekmektedir. Yakıcı olan, kıyaslandırıldığımız Batı üniversitelerindeki özgürlüğü yaşıyor olmak yerine, hala gerekliliğini anlatmak zorunda oluşumuzdur. Sonuç bildirgesinde yer alan üniversitelerin olmazsa olmazları Batı üniversitelerinin gerçeği, bizlerin ise hayalimiz.

Katılımcıların sayısal çokluk ve azlığına takılmadan, bu tür çalışmaların kurumsallaşması ve niteliğin öncelenmesi, üniversite gerçeği üzerine düşünce ve çalışmaların çoğaltılması sürdürülmeli. Kurultayları gelenekselleştirerek katkı koyan herkesin emeğine teşekkürler. Bir sonraki kurultayın iklimi, bugünden daha özgür olsun dileyelim. Malum; ülkede giderek ağırlaşan baskının seçim sonrasında alacağı biçim hepimizin ortak kaygısı. Bu ortak kaygı, fısıltılarda dillendiriliyor... Demem o ki; suskunluk yalnız üniversitelerin değil, tüm toplumun sorunu.

Bildirgenin son cümlesi direncin gücüne işaret ediyor: "Dağ nice yüksek olsa da, yol onun üzerinden aşar"