EGÖDER’in, üniversitede kılık kıyafet yönetmeliği ve türbanla ilgili görüşleri daha önce değişik ortamlarda defalarca net olarak belirtilmiş olup derneğimizin bu konudaki yaklaşımları esasen bilinmektedir. Ancak, son günlerde Ege Üniversitesi’nde türbanla ilgili yaşanan gelişmeler üzerine EGÖDER Yönetim Kurulu’nun görüşünü bir kez daha kamuoyuyla paylaşma ve aşağıdaki açıklamayı yapma zarureti doğmuştur:

Hukukun üstünlüğünün devamlı olarak gündeme getirildiği günümüzde hiç kimse ve hiçbir kurum yasaların üstünde değildir. Türbanla ilgili yasal belgeler de ortada olup konu, hukuksal temelleri açısından, hiç bir ikircikliğe meydan vermeyecek şekilde, son derece açıktır:

1) Bilindiği gibi, 2547 sayılı Yükseköğretim Yasası’na dönemin başbakanı Turgut Özal tarafından koydurulan ek 16. madde ile yapılan düzenleme (“Dini inanç nedeniyle boyun ve saçların başörtüsü ya da türbanla örtülmesi serbesttir”), açılan dava üzerine, laiklik, demokratiklik, hukuk devleti, ulusal birlik ve eşitlik ilkelerine, yani Anayasa’ya aykırı bulunarak Anayasa Mahkemesi’nce iptal edilmiştir (1989).

2) Bunun üzerine, siyasi otorite tarafından, 2547 sayılı Yükseköğretim Yasası’na ek 17. madde eklenerek, “Yasalara aykırı olmamak kaydıyla yükseköğretimde kılık kıyafet serbesttir” düzenlemesi yapılmıştır. Anayasa Mahkemesi, açılan dava üzerine; “kanunlara aykırı olmama” koşulundaki “kanunlara” kavramının Anayasa’yı da kapsadığını ve Anayasa Mahkemesi’nin 1989 kararında, yükseköğretimde türbanın Anayasa’ya aykırı olduğunun kabul edildiğini (Danıştay ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları da bu yöndedir) belirterek yükseköğretimde türban yasağını sürdürdüğünü karara bağlamıştır (1991).

3) Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu (1996) da yapılan başvuru üzerine konuyla ilgili hukuksal durumu yorumlamış; Anayasa’nın başlangıcı, 2., 42., 174. maddeleri ve Anayasa Mahkemesi’nin 1989 ve 1991’de aldığı kararlara dayanarak, “Anayasa’ya aykırılığı saptanmış olan, boyun ve saçların başörtüsü ve türbanla kapatılmasının, kılık kıyafet serbestisi dışında olduğuna” karar vermiştir.

4) Yükseköğretimde türbanı serbest bırakmak için 2008 yılında Anayasa'nın 10 ve 42. maddeleri değiştirilip, özellikle 42. maddeye “Kanunda açıkça yazılı olmayan herhangi bir sebeple kimse yükseköğretim hakkını kullanmaktan mahrum edilemez” kuralı konmuş, ancak bilindiği gibi bu kural da Anayasa Mahkemesi'nce aynı yıl içinde (5.6.2008 günlü, E.2008/16, K.2008/116 sayılı iptal kararı), Anayasa'nın değiştirilemez laiklik ilkesini zedeleyici bulunarak iptal edilmiştir. Yani Anayasa Mahkemesi bir kez daha, yükseköğretimde türbanın Anayasa’ya aykırı olduğunu tescil ve ilan etmiştir. Anayasa Mahkemesi’ne göre türbanı, normlar hiyerarşisinin en üstünde yer alan Anayasa yasaklamaktadır.

5) Temel hak ve özgürlüklere ilişkin Türkiye’nin imzalamış olduğu uluslararası anlaşmalar gereği iç hukukumuzda Anayasa'dan ve kanunlardan üstün olarak tanımlanmış olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları (2004 ve 2005) da bu yöndedir.

Hukuksal durum böyle olmakla birlikte, yani yukarıda belirtilen kurallarda ve yüksek yargı kararlarında bir değişiklik olmamasına karşın, uzunca bir süredir siyasi otorite ve ondan destek alan YÖK bu kararları yok saymakta ve üniversiteleri bu fiili duruma teslim olmaya zorlamaktadır. Gelinen nokta, hukuk devleti ilkesinin ihmal edilerek hukuk dışı yollarla yaratılan fiili çözümlerin sonuçlarıdır. Yurdumuzdaki hukuksuz uygulamaların bir başka uzantısı olarak YÖK’ün ve ne acıdır ki, üniversite yöneticilerinin hukukun uygulanmasında yürürlükteki mevzuatın dışına çıktıklarını, hatta yürürlükten kaldırılmış olan yasal yükümlülüklerin yürürlükteymiş gibi göstermelerini ibretle izlemekteyiz. Tüm bunların belirli baskılar sonunda ve kişisel beklentilerle yapılması daha da üzücüdür.

Öte yandan, Anayasa'nın 138. maddesine göre tüm mahkeme kararları, 153. maddesine göre de Anayasa Mahkemesi kararları herkesi açıkça bağlamaktadır. Kamu görevlileri ve bu bağlamda üniversite yöneticileri ve öğretim elemanları bu kararları yok sayamazlar, ihmal edemezler, gereğini yapmak ve uygulamakla yükümlüdürler. Tersi durumda Türk Ceza Yasası uyarınca "görevi kötüye kullanma" suçunu işlemiş olurlar. Dolayısıyla, hiç kimse yasaları uyguladığı çerçevede, sadece yasaların uygulanmasını istediği için “suçlu” konumuna sokulmamalı, soruşturulmamalı, kendini savunmak durumunda bırakılmamalıdır.

Gerek anayasamızın gerekse Yüksek Öğretim yasasının temel maddeleri olarak yer alan, aydınlık ve demokratik Türkiye’nin laiklik ve Atatürk ilkelerine bağlılık gibi ilkelerin son günlerdeki uygulamalarla açıkça çiğnendiğini düşünmekteyiz. Halbuki üniversitelerimizin her türlü baskıya karşın bu konularda toplumun “özerk, ilerici, bilimsel ve yıkılmaz kaleler”i olması ve eğitimini verdiğimiz hukuk biliminin gereklerine uyulması en başta gelen beklentimizdir. Üniversite yöneticilerinin belirlenmesindeki “seçim” aldatmacasına benzer şekilde türban oyunu da siyasetin üniversiteler üzerinde oynadığı oyunlardan biridir. Tüm bu oyunlar, ancak ardındaki örtülü nedenler gibi mevcut ortam öğelerinin anlaşılıp, sonra da o öğelerin ortadan kaldırılması yoluyla giderilebilir.

EGÖDER olarak, gelinen son noktada, kamuoyunun dikkatini bir kez daha olayın ardında yatan siyasi gerçeğe ve akademik dünyaya yapılan bu baskıya çekiyor, öğrenci ve öğretim üyelerinin konuya sağduyuyla yaklaşarak üniversiteler üzerinde oynanan bu oyuna gelmemelerini diliyor ve üniversite yöneticilerinin koşullar ne olursa olsun, yaratılan fiili durumlara teslim olarak değil, hukukun üstünlüğüne bağlı olarak davranmalarını ısrarla talep ediyoruz.

*Bu açıklamanın hukuksal zemini, Anayasa Mahkemesi eski Genel Sekreteri ve YÖK eski üyesi Prof. Dr. Bülent Serim’in Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji Dergisi’nde 22 Ekim 2011’de yayımlanan makalesine dayanmaktadır.